Apollon Tapınağı
Apollon Tapınağı
Efsaneye göre, Tanrı Apollon bir gün Didyma (Didim) yöresinde çobanlık yapan Brankhos'a rastlar. Onun saf ruhundan ve nazik yaklaşımından çok hoşlanan Apollon, ona biliciliğin (yani kehanetin) sırlarını öğretir. Öğrendiği tanrısal sırları insanlara aktarma amacındaki çoban Brankhos, bugünkü Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yerdeki defne ormanı ve su kaynağının hemen yakınına tanrısı Apollon adına ilk tapınağı kurar.
Zaman içinde Brankhos soyundan gelenler 'Brankhidler' olarak anılmıştır. Bu soydan gelenler çok uzun yıllar boyunca Apollon Tapınağı'nın yöneticiliğini yapmışlardır. Bundan dolayı 'Didyma' asırlar boyu; 'Brankhidai', yani Brankhidler Ülkesi adıyla da anılmıştır.
Kazıbilimcilerin Ege'deki cennetlerinden biri olan Apollon Tapınağı, Apollon'un ikiz kız kardeşi Artemisin adına yapılan Efes'teki Artemis Tapınağı'nın bir benzeri olarak inşa edilmek istenmişti. Sonuçta onlar ikiz kardeşti ve tapınakları da birbirinin aynısı olmalıydı. Eğer antik çağ mimarları bu amaçlarına ulaşabilmiş olsalardı, günümüzde belki de aralarında Didim'deki Apollon Tapınağı'nın da yer alacağı Dünyanın 8 Harikası'ndan bahsediliyor olacaktı...
Tarihçiler ve yer bilimciler Apollon Tapınağı'ndaki en büyük yıkıma 1493 yılında tüm Ege coğrafyasını etkileyen büyük bir depremin sebep olduğu tezinde birleşirler. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilmesinden tam 40 yıl sonra meydana gelen bu depremde büyük hasar alan tapınak, ilerleyen asırlarda kendi haline terkedilerek adeta bir harabe haline gelmiştir. Ancak tapınak çevresindeki verimli araziyi yurt edinen yöre halkı tarafından kurulan minik yerleşke, sonraki yüzyıllarda giderek bir Rum köyüne dönüşecek olan Yoran Köyü'nün temellerini oluşturmuştur.
Antik Milet’in kutsal kapısından başlayan 'Kutsal Yol', mümkün mertebe deniz kenarını takip ederek Didim’in (günümüzde Mavişehir olarak bilinen) Panormos limanına ulaşmaktaydı. Buradan sonra ise güneye doğru kıvrılarak Apollon Tapınağı'nın adak ve sunu terasının önünde son buluyordu. Milet ile Apollon Tapınağı arasındaki yaklaşık 16,5 kilometrelik uzunluğa sahip olan 'Kutsal Yol'un genişliği ise 5 ila 7,5 metre arasında değişiyordu. 'Kutsal Yol'un Apollon Tapınağı'na ulaşmadan önceki, yani Milet çıkışındaki ilk 5-6 kilometrelik bölümü; Apollo rahip ve rahibelerine ait oturan insan heykelleriyle, yatan aslan ve (Mısır piramitlerinin yakınındakine benzeyen) sfenks figürleriyle süslenmiş ihtişamlı bir güzergah olarak inşa edilmiştir.
Ege'nin gözboncuğu mavisi Didim, arkaik dönemde yaklaşık 100 yıl kadar Branchidler adı ile bilinen rahiplerin yönetimi altıda kalmıştır. Bilhassa bu tarihten itibaren tapınağın ünü, antik Ön Asya'nın tamamını sarmıştı. Ünlü Yunanlı tarihçi Herodotus— yani Herodot’a göre, M.Ö VII. yüzyılda Mısır kralı Necho ve Lidya Kralı Kroisos tarafından kutsal bir tapınağın bulunduğu Didim’e çok değerli armağanlar sunulmuştur. Hemen yanıbaşımızda, Bodrum yakınlarındaki Halicarnassos'da doğan ve 'Tarihin Babası' olarak da anılan Herodot, eserlerinde Kral Kroisos’un Didim Tapınağı'na aynen Delphi’ye gönderdiği altın sunular ağırlığında ve değerinde hediyeler gönderdiğini yazmaktadır.
Arkaik Didim'e ait ilk mabet ise, yapılan kazı buluntularına göre M.Ö. VII. yüzyılda inşaasına başlanmış 'tanrılara adanan arazi' anlamına gelen bir temenostur. İlk mabedin bundan yaklaşık 100 yıl sonra yapılan kolonadlarla beraber pek görkemli olmayan bir yapıya sahip olduğu varsayılmaktadır. M.Ö. VI. yüzyılın ilk yarısında ise, İon dünyasının ulaştığı en parlak dönemde, Apollon Tapınağı büyük bir mabet haline dönüştürülmeye başlanmıştır. Bu arkaik tapınağın mimari yapısında, aşağı yukarı aynı dönemlerde yapılmış oldukları belirlenen Efes ve Sisam tapınaklarından etkilenilmiştir.
Bilicilik, yani kehanet merkezi olarak yapılan Apollon Tapınağı, 85,15 x 38,39 metre ölçülerinde bir dipterostur— yani çevresinde çift sıra sütun bulunan bir mabettir. Yanlarda 21 çift sıra sütun, ön yüzünde 8 ve arka tarafında 9 sütun sırası olacak şekilde tasarlanmıştır. Halkın ibadet amacıyla kullanacağı 'naos' adı verilen iç avluyu çevreleyen 104 sütun ve 'naos'ta bulunan 8 sütunla birlikte toplam 112 sütunu vardır. Kutsal avlu 17,5 metre yüksekliğinde bir duvarla çevrili olduğundan, dışarıdan bakıldığında üstü kapalıymış izlenimini vermekteydi. Ancak yüksek maliyeti ve havalide sürekli devam eden savaşlar tapınağın inşasının tamamlanmasına izin vermedi.
Bu dönemdeki tapınağın ölçüleri, onun Efes'teki Artemis Tapınağı ve Sisam Adasındaki Heraion Tapınağı'ndan sonra, antik dünyanın üçüncü büyük tapınağı yapmaya yetiyordu. Ayrıca sütunlarının yükseklikleri bakımından da çok görkemliydi. Her sütun, kaide ve başlıkları dahil 19,60 metre yüksekliğindeydi. Kehanetçilerin misafirlerini kabul ettikleri ana salonun girişinde iki yarım sütun ve salonun içinde de iki sütun bulunmaktaydı. Bu sütunlar diğerlerinin aksine yapraklı, kelebekli, kral tacı gibi 'korint' başlıklıydı.
Çevresinde geniş bir defne ağacı korusu bulunan tapınak, yedi basamaklı 3,5 metre yüksekliğinde bir kaide üzerine inşa edilmiş ve orta tarafta 14 basamaklı giriş merdivenleri bulunmaktaydı. Aslında bu büyüklükte bir yapının kolay kolay tamamlanamayacağı açıktır. Bu nedenle inşaat M.Ö. III. ve II. yüzyıllarda da devam etmiş, hatta bir kısmı Roma döneminde yapılmıştır. Bütün bunlara rağmen tapınak ilk orijinal planlarına göre tam olarak bir türlü bitirilememiştir.
Günümüzden yaklaşık 2.600 yıl önce inşa edilen bu kutsal avlu 53,63 x 21,71 metre ebadında olup, duvar yüksekliği 25 metreden fazladır. Kutsal avlunun batı ucunda kült heykelinin bulunduğu daha küçük bir yapı (sekos) vardı. Kutsal avlunun doğusunda ise, 15,20 metre genişliğinde ve 24 basamakla çıkılan bir merdiven yer alıyordu. Bu merdiven kehanetlerin yazılıp söylendiği salona açılmaktaydı ve burası da 14,04 x 8,74 metre boyutlarında çatısı 20 metre yüksekliğinde mermerle kaplı bir salondu. Bu salonun zeminindeki yekpare mermer blokların her birinin tahmini ağırlığı 70 tondur. Apollon Tapınağında bulunan sütunların beherinin o zamanki maliyeti 40.000 drakhme/drahmi idi. İnşaatta çalışan yüzlerce işçinin her birine de 2 drakhme yevmiye ödeniyordu...
Doğal güzelliğinin yanı sıra hikayesiyle de dikkatleri üzerine çeken Apollon Tapınağı'nın Yunan mitolojisi'nde yılan saçları olan, korkunç yüzlü ve kendisine bakanları taşa çeviren Medusa tarafından korunduğuna inanılmaktadır.
----------
Türkiye'nin batısında antik bir liman kenti olan Miletus'un 18 kilometre güneyinde konumlanmış Didim Apollon Tapınağı -antik ismiyle "Didymaion"- kadim Yunan dünyasının en büyük dördüncü tapınağıydı. Delfi'den sonra en önemli ikinci kehanet merkezi olan bu tapınak, Miletus şehri ve Akdeniz havzasında dini ve siyasi açıdan önemli bir rol oynamış olup; tanrı Apollon'un lütfunu ve rehberliğini arayan Büyük İskender'den (MÖ 356-323) Roma İmparatoru Diocletianus'a (MS 244-313) kadar dönemin pek çok önemli yöneticisi tarafından bizzat ziyaret edilmiş veyahut tapınağa elçiler gönderilmiştir. Kehanet merkezi özelliği, Hıristiyanlara karşı Diocletianus önderliğinde başlatılan "Büyük Zulüm"ün çıkış noktası olmuş ve akabinde tapınak Hıristiyanlarca MS 5. veya 6. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür.
Didymaion, Yunanların kehanet gücü verdiğine inandıkları doğal bir kaynağın çevresine inşa ettikleri üçüncü ve en büyük tapınaktı. İlk tapınak, eskiden Karyalılara ait bir dini alanın üzerine inşa edilmiş gösterişsiz bir yapıydı. MÖ 6. yüzyılda Miletus civarındaki insanlar yeni ve daha büyük bir tapınağın yapımına başladı. En az Parthenon kadar büyük bu ikinci tapınak kehanet merkezinin artan ününün ve etkisinin bir göstergesiydi. Ne yazık ki bu tapınak MÖ 494 veyahut 479 yılında Pers Kralı Darius ya da oğlu ve ardılı Xerxes tarafından yağmalanmış ve talan edilmiştir. Efsaneye göre kutsal sayılan su kaynağı, Büyük İskender'in MÖ 331'de Doğu Seferi'ne çıkıp tapınağa kutsiyetini geri verene dek kurumuştur. Yeniden işlev kazandırılan kehanet merkezinin kayıtlarında ismi ilk anılan kişinin genç Makedon kralı Büyük İskender'in olması pek tabii şaşırtıcı değildir.
BÖYLESİNE MUAZZAM ÖLÇÜLERDE TASARLANAN PEK ÇOK YUNAN TAPINAĞINDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ APOLLON TAPINAĞININ DA İNŞASI YÜZYILLAR SÜRDÜ VE YAPI HİÇBİR ZAMAN TAMAMLANAMADI.
Didim Tapınağı'nı yeniden ayağa kaldırmasına karşın Miletus, Büyük İskender'in seferini mali açıdan desteklemeyi reddedince şehir on yıllar boyunca altında ezileceği büyük vergilendirme yaptırımlarıyla karşı karşıya kaldı. En nihayetinde Miletus toparlanmaya başladığında (Büyük İskender'in seferinden neredeyse 30 yıl sonra) şehir sakinleri kutsal kaynağın civarında yeni bir tapınağın inşasına koyuldu. Bu tapınak günümüze kadar kalmış Didyma Apollon Tapınağı ya da Hellenistik Didymaion olarak bilinen üçüncü ve en büyük tapınaktır. Böylesine muazzam ölçülerde tasarlanan pek çok Yunan tapınağında görüldüğü gibi Apollon tapınağının da inşası yüzyıllar sürdü ve yapı hiçbir zaman tamamlanamadı. MÖ 4. Yüzyılda dahi tapınağın alınlığı, kornişi, heykeltıraşlık süslemeleri hatta birkaç heybetli sütunu yarım kalmıştır. Bütün bu eksikliklerine rağmen tapınak yine de muazzam bir görünüme sahip olsa gerek ki aradan yüzyıllar geçmesine karşın günümüz ziyaretçileri nezdinde hala göz kamaştırıcıdır.
Miletliler Helenistik Didymaion'u, civarlarında bulunan, Yunan medeniyetinin ortaya çıkardığı en büyük tapınak olma unvanını taşıyan ve antik dünyanın eski yedi harikasından biri olarak kabul gören Efes Artemis Tapınağı ile yarışacak şekilde tasarladı. Yeni tapınak bazı özellikleriyle Efes Artemis Tapınağı'ndan daha büyük ve daha küçük bir görünüme sahip olsa da neticede bu iki tapınak Atina Parthenon'undan iki kat daha büyüktü. Artemis Tapınağı gibi bu tapınak da dışardan bakıldığında mütevazı fakat heybetli bir Yunan mabedi izlenimi veriyordu. Yapı, geniş platformu (podium) ile 5.500 metrekarelik bir alanı kapsıyordu. Bu yükseltilmiş platform üzerinde bütün yapıyı kapsayan ve süslü tavanı destekleyen, her birinin çapı 2,5 metre olan 122 dev sütun bulunmaktaydı. Kısmen tamamlanmış halinde bile tapınağın duvarlarının yerden yüksekliği 28 metre idi.
Dış cephesi tipik bir Yunan tapınağına benzeyen bu yapının içi gayet özgündü. Adyton olarak bilinen iç çember, geleneksel Yunan tapınaklarında platform'un (podium) direkt üzerine inşa edilirdi. Ancak Didymaion bir su kaynağının civarına inşa edildiği için adyton tabanı yer seviyesinde olmak zorundaydı. Bunun üzerine Didymaion mimarları dahice bir çözüm üreterek tapınağın en üstünden en aşağıdaki adyton'un çimenlik tabanına değin devam eden, her biri 21 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğinde uzun, dar ve tonozlu tüneller inşa etmiştir. Bu zekice planlamış “oyuklu” tasarım Miletlilerin hem Artemis Tapınağı ile yarışır geleneksel görünümlü bir yapı inşa etmesine hem de yüzyıllardır kehanet gücü verdiğine inandıkları kutsal kaynağı korumalarına olanak sağladı. Dahası dışarıdan tamamen çatı ile örtülü gibi gözükse de Didymaion adyton'unun üstü tamamen açıktı. Bu mimari özellik tapınak görevlilerinin adyton zemininde kutsal ağaçlardan oluşan bir koruluk yetiştirmesine olanak tanıdı. Su kaynağı ve çevresindeki korulukla pastoral bir atmosfer ihtiva eden bu alan, içinde Apollon'un kült heykelinin de bulunduğu daha küçük bir tapınağa (naiskos) ev sahipliği yapıyordu.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı düşünülemediği bir dönemde Didim Apollon Tapınağı Milet şehrinin politik ve dini hayatında kritik bir rol oynadı. Tapınak bir kompleks olarak pek çok önemli festival, kurban töreni ve adağa ev sahipliği yaparken aynı zamanda kehanet merkezi olma özelliği ile Miletlilerin kentsel peyzajda kullandıkları heykelleri, yaptıkları antlaşmaları, kamusal teşebbüsleri düzenleyen, düşmanlardan korunmak adına sığındıkları bir merkez olma görevini üstleniyordu.
Mabedin önemi, görevi tapınağı idare etmek olan yüksek rahibin (kahin ile karıştırılmamalı) makamının gücü ve bu makamın pek çoklar tarafından arzulanması ile kendini gösterir. Şehrin ticari ve politik yaşamıyla derinden alakadar, çoğunluğunu Miletli aristokrat beylerin oluşturduğu, vazifeye seçilerek gelen ve görev süreleri bir yıllık dönemle sınırlandırılmış bu yüksek rahiplerin en önemli görevi tapınakla alakalı pek çok etkinliği finanse etmekti. Bu prestijli makam hem Milet şehrinin hem de Akdeniz havzasının dini ve politik mevzuları üzerinde o denli etkiliydi ki, içinde Hadrian, Trajan ve Julianus'un bulunduğu kimi Roma imparatorları bu pozisyon için “seçilmişlerdi” (kendilerini atamışlardı) Ancak imparatorlar yetkiyi tamamen başkalarına devrettikleri tapınak işleriyle ilgilenmekten ziyade daha çok bu onursal unvanı taşımakla ilgilenmişlerdir. Yine de devam eden inşaat ve bakım çalışmaları için ayırdıkları ödeneklerle mabede katkıda bulunmuş; Jül Sezar ve Caligula tapınağın hamisi rolünü üstlenmişlerdir. İmparator Trajan'ın yaptırdığı, şehir ile tapınağı birbirine bağlayan “kutsal yol”, MS 395'te İmparator Julian'ın Greko-Romen dini geleneklerini yeniden canlandırma girişiminin bir parçası olarak tamir ettirilmiştir. Henüz tamamlanmamış olmasına karşın bu mega tapınağın imparatorların himayesi altına girmesi, Roma İmparatorluğu'nun sonraki yıllarına değin tapınağın Akdeniz havzasının politik ve dini meselelerdeki söz sahipliğini vurgulamaktadır.
Jül Sezar'dan Julianus'a hemen hemen bütün Batı Roma yöneticilerinin başvurduğu kehanet merkezi Didyma'nın adının karıştığı en bilindik ve kötü şöhretli olay MS 303 yılında İmparator Diocletianus devrinde gerçekleşmiştir. Lactantius'un De mortibus persecutorum eserine göre İmparator Diocletianus, imparatorluğun dört bir yanında sayılarında hızla artış görülen ve “tanrılara saygısızlık ettikleri” gerekçesiyle genel hoşnutsuzluğa sebep olan Hıristiyanlara karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini danışmak için Didyma kehanet merkezine elçi gönderir. Hatta Miletliler dahi tapınağın yöresinde ikamet eden Hıristiyanların sapkın inançlarıyla “kehanetlerin doğruluğuna zarar verdikleri” gerekçesiyle çokça şikayette bulunmaktaydılar. Yine Lactantius'a göre aslı çoktan tarihe karışmış kehanet sonucu, Diocletianus'a, Roma tarihinde Hıristiyanlara karşı yapılan en sert ve sistematik eziyet olarak anılan “Büyük Zulüm”ü başlatması için gereken fikir tohumlarını vermişti.
MS 4. veyahut 5. yüzyılda dahi işlevselliğini koruyan tapınağın “Büyük Zulüm”ün başlamasındaki rolü zaman geçse dahi unutulmayacaktı. MS 5. ve 6. yüzyılda çürümeye terk edilen pek çok Greko-Romen tapınağının aksine Didymaion, adyton'unun derinliklerine inşa edilmiş üç koridorlu küçük bazilika ile Hıristiyanlarca yeniden kullanılmıştır. Didymaion'un özgün mimarisi sebebiyle bu “yeniden kullanım”, tapınaktan kiliseye çevrilmiş diğer yapı örneklerinden farklılık gösterir. Bu nadir görülen olay dışında aşina olduğumuz örneklerden (“pagan” tapınaklarının büyük çoğunluğunun terk edilerek çürümeye terk edilmesi), Hıristiyanların kiliselerini tapınakların içlerinden ziyade daha iyi görülebilecekleri -tapınak platformunun en ucu gibi- yerlere inşa ettikleri ve eski tapınağın iç bölgelerini kullanmaktan kaçındıkları sonucuna varabiliriz. Örneğin Miletus civarında bulunan Afrodisias kentinde inşa edilmiş kilise, eski Afrodit Tapınağı'nın platformunu tamamen kaplayacak şekilde dizayn edilmişti. Tapınağın şehrin odak noktasında bulunmasından ötürü kilisenin açıkça görünür oluşu, kentteki Hıristiyan üstünlüğüne işaret eden somut bir örnektir. Didymaion'un sadece göstermelik olarak sahip olduğu “üzerine kilise inşa edilebilir klasik platform yapısı” mevzubahis yeniden değerlendirme işleminin uygulanabilmesi için olanak tanımamaktadır. Yine de bu durum Hıristiyan cemaatine, etraftan geçenler tarafından kolaylıkla fark edilmeyen, yükseltilmemiş adyton zemininde bir kilise kurmaları için engel teşkil etmemiştir.
Ne yazık ki, 20. yüzyıla gelindiğinde bölgede çalışma yapan Alman arkeologların Helenistik Tapınağı yeniden ayağa kaldırma uğruna kiliseyi geride çok az doküman bırakarak aceleyle ortadan kaldırmaları, bu yapı hakkındaki bilgilerimizi sınırlandırmaktadır. Bazilikanın inşası için böylesi bir lokasyonun seçilmiş oluşu, “Büyük Zulüm”ün başlamasında kehanet merkezinin rolünden ziyade tapınağın Tanrı Apollon ile olan bağıyla daha çok ilişkilidir. Pek çok bilim insanı, Hıristiyanların kendi dinlerinin ilham kaynağı Hz. İsa ile paganların ilham kaynağı Apollon arasında paralellikler çizmeye yatkın olduğunu ortaya koymuştur. Bu da gösteriyor olabilir ki, yerli Hıristiyanlar da tıpkı Romalılar, Yunanlar ve kendilerinden önce gelen Karyalılar gibi -kendi dini ritüelleriyle arındırılması ve yeniden kutsanması şartıyla- bu kaynağı kutsal ilhamın çıkış noktası olarak kabul etmişlerdir. Hıristiyanlığa yeni inanmış cemaat mensuplarının kutsandığı vaftizhanenin bahsi geçen kaynağın hemen yanına inşa edilmiş oluşu da kayda değer başka bir husustur.