Biyografiler.com : Her yaşam bir iz bırakır. | Türkiye'nin en çok okunan biyografi sitesine hoş geldiniz.
Mustafa Önsel

Mustafa Önsel

Doğum Tarihi: ??.??.1962

Mustafa Önsel kaç yaşında : 62

Burcu:

Meslek: Asker, Yazar

Doğum Yeri: Zonguldak

Balyoz davasından yargılanan kurmay albay Mustafa Önsel, Balyoz Soruşturması kapsamında tutuklanıp suçsuz yere hapis yatan Komutanlardan birisidir.

Mustafa Önsel, 1962 yılında Zonguldak'ta doğmuştur. Aslen Trabzon’un Beşikdüzü ilçesi Vardalı köyündendir. 1984 yılında Kara Harp Okulundan mezun olduktan sonra aralarında Mardin, Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır, Aydın, İstanbul, Foça'nın bulunduğu bölgelerde birlik komutanı olarak görev yaptı. Bu süreçte yaklaşık 10 yıl terörle mücadele etti.

Mustafa Önsel, 2002 yılında mezun olduğu Kara Harp Akademisi'nden sonra 2006 yılına kadar Bursa Jandarma Bölge Komutanlığında Kurmay Başkanı olarak görev yaptı. Sonrasında atandığı Tokat'ta İl Jandarma Komutanı, devamında Jandarma Genel Komutanlığı Teknik İstihbarat Daire Başkanı, Eğitim Daire Başkanı, üçüncü kez tutuklanmadan önce de kısa bir süre Kurslar Komutanı olarak görev yaptı.

İlki 22 Şubat, İkincisi 5 Nisan 2010, Üçüncüsü 15 Şubat 2011'de olmak üzere kamuoyunda "Balyoz" diye bilinen dava kapsamında tutuklu kaldı. Yaklaşık dört yıl tutuklu kaldı. 19 Haziran 2014 tarihinde Anayasa Mahkemesinin verdiği kararla, adil yargılanmadığı gerekçesiyle tahliye edildi.

Cezaevinde, süreç içerisinde yaşananları, bütün isimli davaları içerecek şekilde anlattığı üç kitap yazdı. Mustafa Önsel, Ağacın Kurdu isimli kitabını okuyucuya şu cümlelerle sunmuştu '' Milli ordu bu topraklarda yaşamamızın güvencesidir. Ordu içinde herhangi başka bir hiyerarşik yapıya bağlılık millilik vasfını yok eder. Buna müsaade etmek ihanettir''

Balyoz davasından yargılanan kurmay albay Mustafa Önsel, 21 Eylül 2012 tarihinde emekli orgeneral Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel'e mektup yazdı.

Mustafa Önsel, evlidir. 4 çocuğu vardır.

Kitapları:
2013 - Beşiktaş'ta Sırtlan Pususu
2014 - İstanbul'dan İzmir'e Casusluk Kumpası Kim Bunlar?
2015 - Silivri'de Firavun Töreni
2015 - Casusluk Kumpası Kim Bunlar?
2016 - Ağacın Kurdu - Fethullah'ın Askerleri
2016 - Aşil'in Topuğu FETÖ'nün Gecesi
2020 - Bir Köy Dört Adam Altı Buçuk Darbe

2012 yılında Genel Kurmay Başkanı orgeneral Necdet Özel'e Yazdığı mektup :

Canım Komutanım,
Ben; Balyoz Davasında, “camileri bombalamakla, millete komplo düzenleyip, darbe planı yapmakla” suçlanıp, hukukun zerresini bile göremediğimiz bir mahkemede, sözde yargılanarak, tam 18 yıla mahkûm edilmiş J. Kur. Alb. Mustafa Önsel.

Sizinle ilk tanışmamız Kara Harp Akademisinde olmuştu. Yıl 2001: Ben, Kara Harp Akademisi ikinci sınıf öğrencisi, siz Kara Harp Akademisi Komutanı idiniz. Tanışmak için beşerli gruplar halinde bizleri odanıza çağırmıştınız. Bana “Kaç çocuğun var?” diye sormuş, “dört” diye cevaplayınca da, “yahu sen aile planlaması nedir bilmiyor musun, bu kadarı çok değil mi?"demiştiniz. 2002 yılında Akademiden Bnb. rütbesiyle mezun oldum ve Bursa J. Blg. K.lığına Kurmay Başkanı oldum.

O “Çok” dediğiniz ellerinizden öper dört çocuğum ile bazen benim görevim, bazen onların okulu nedeniyle sadece iki yerde hep birlikte olabildik biliyor musunuz? Birisi Akademi, diğeri yıllar sonra atandığım (2008) Ankara. Ama yıllar sonra ilk defa sağladığım aile bütünlüğüm bana fazla görüldü ki, 22 Şubat 2010 günü, o ana kadar hiçbir ilgi ve bilgimin olmadığı, tamamen kurgu olan “Balyoz” davasına bulaştırılarak tutuklandım. Cezaevinde dört ay ne olduğunu anlamadan yattım. 11 Şubat 2011 günü yine tutuklandım.

Siz o sıra J.Gn.K. İdiniz. Beni, “ne oldu” diye çağırmamıştınız bile. Belki de “Bir şeyler yaptığıma” inanıyordunuz kimbilir? Ailem önce ikiye, sonra bir başka zorunluluktan üçe bölündü. O “Çok” dediğiniz çocuklarım, çoğu kez olduğu gibi, yine babasız kalmıştı.

Bu dava ile ne yapılmak istendiğini anlıyorduk. Çünkü artık dosyaya hâkim olmuştuk. Amaç Türk ordusunu dönüştürmekti. Biz sadece bahane idik. Delil niteliği taşımayan sayısal (dijital) veriler gerekçe gösterilerek özgürlüğümüz elimizden alınmıştı.

Komutanlarımızın da artık dosyaya hâkim olduğunu biliyorduk. Nihayet geçen yıl sizden önceki saygıdeğer komutanımız Işık Koşaner yiğitçe bir çıkış yapmış, bu zulmü engelleyemese de, buna ortak olmamak adına, gönlümüzde taht kuran bir açıklama ile gururla taşıdığı elbisesini, Kuvvet Komutanları ile beraber çıkartmıştı.

Bunun üzerine siz Genelkurmay Başkanı oldunuz. Diğer yaşananları siz daha iyi biliyorsunuzdur. Ben o zaman sizin emrinizde çalışan iki değerli general ile birlikte aynı koğuştaydım. Çok sevinçli idiler. Sizin için “O ani çıkış yapmaz, ama er ya da geç bu işi uygun bir şekilde çözer, bu haksızlığa, bu zulme göz yumması mümkün değil” dediler.

"'MAHKEME İLE DİDİŞMEYİN' DEDİĞİNİZİ ÖĞRENDİK"
Siz, 31 Ekim 2011 tarihinde burada tutuklu bulunan (Hasdal Cezaevi) birkaç üst rütbeli komutanla görüşüp gittiniz. Onlara verdiğiniz talimatları bize sözlü olarak ilettiler. Anlattıklarından; sizin olaya vakıf olduğunuzu ve dosyadaki sahtelikleri herkesten iyi bildiğinizi, sorunu kavga etmeden çözeceğinizi, “Bir yıl içinde çözemezsem istifam cebimde”anlayışı içinde olduğunuzu, “herkes yeniden göreve dönecek şekilde hazırlık yapsın, işi de uzatmayın, sorguları çok kısa tutun ve Mahkeme ile didişmeyin” dediğinizi öğrendik. Sizden geldiği ifade edilen talimatlara harfiyen uyduk. Kamuoyunu etkileme adına, hukuksuz yargılamayı protesto edecek sert eylemler yapmayı erteledik. Sorgu safhasını kısa tutun dediğiniz için büyük çoğunluk sorgusunu bir kaç dakikada bitirdi. Yoksa halen sorgu safhasını bile geçmemiş olacaktık (örnek Ergenekon Davası).

En son bilirkişi isteklerimizin ret edilmesi ve dinlenmesini istediğimiz tanıkların çağrılmaması ile bize ceza vereceklerini anladığımız ana kadar, ufak tefek gerginlikler olmasına rağmen verdiğiniz talimat doğrultusunda hareket ettik. Sesimiz çıkmadı. Bu süreçte pek çok sanık hakarete maruz kaldı, aşağılamalarla karşılaştı. Aslında aşağılanan sizin yönettiğiniz ordu idi. Ama ne yapılsın ki, sizin talimatınız vardı. Büyük çoğunluk sustu yutkundu. Ben, zaman zaman dayanamayıp susmasam da, bu çoğunlukla böyle devam etti gitti. Bu arada “Necdet Paşa’yı tanırım. Ne yapar eder bu hukuksuzluğu, kavgasız bir şekilde çözer” diyen Tümgeneral Hasan Fehmi Canan emekli oldu, sizin de imzanızla. Silivri’ye uğurlanırken “Çözüm bu muydu yoksa?” diyenlere sadece baktı, gözleri doldu, bir şeyler diyecekti, belli ki çok şey diyecekti, ama sustu, yutkundu, gözlerini kaçırdı herkesten. Ve süratle otobüse bindi. El sallarken gözünde biriken yaşları göstermemek için uğurlamaya gelenlere bakamadı bile. Artık o gözlere biriken yaşlar, çekilen ve çekilecek olan çileye miydi, sahipsiz bırakılışa isyana mıydı, Fenerbahçe seyircisi kadar bile olamayışa mıydı bilemiyorum.

***
Dava boyunca; mahkemeyi oluşturan yargıç cüppesi giymişler, sanıklara hakaret ettiler, ailelerimizi azarlayarak dışarı attılar, dalga geçtiler, şerefleriyle oynadılar, kendi askerimize (jandarma) emir vererek bir kısım sanığı zorla duruşma salonundan dışarı attırdılar. Bunların hepsi sizin emriniz gereği, çoğunluk tarafından sineye çekildi.

Öyle oldu böyle oldu derken, 21 Eylül gününe gelindi. Mahkeme, aslında çok önceden çeşitli odaklara danışıp hazırladığı kararı okuyacaktı. Böyle inanılıyordu. Başbakanın bir ay önce“İncelik gösterip” Belçika’dan dönerek teslim olan Hakan Akkoç’tan bahsedip, “Bu tutukluluğu anlayamıyorum” demesi sizin girişimlerinize bağlanmış, herkeste, ceza verilecek olsa bile, tahliye olma ümidini artırmıştı. Gerçi karar tarihinden birkaç gün önce Başbakanın Ukrayna’da ki konuşmasında; "Balyoz’da karanlık noktalar var” söylemi “mideleri ekşitse de”,kimse üzerinde durup, mutluluğunu bozmak istemedi.

Bilmiyorum torununuz var mı? Pek çok arkadaşın sizin torununuz yaşında çocukları vardı. Hepsi babalarının görevde olduğunu zannediyordu, biliyor musunuz? Görüş günlerindeki yaşananlara yüreği taş olan dayanmaz. Neyse, özellikle bizden daha genç arkadaşlarımız tahliye olacaklarına o kadar inanıyorlardı ki, Cumartesi “Görevden döndüm, seni nereye götüreyim yavrum” diyerek çocuklarını götürecekleri yerlerin planını bile yapmışlardı. Ben, yine de hep “ters köşe” olma ihtimalini aklımdan çıkartmıyordum. Ama arkadaşların çok umutlu olması karşısında sesimi çıkartamadım. Arkadaşların umutlu olmasının birinci nedeni kesinlikle suçsuz oluşları ve bunun kamuoyunca da anlaşılır hale geldiğine olan inançlarıydı. Bir başka inanç ise dava ilgili olarak, sizin, Başbakan ile görüştüğünüzdü. Dolayısı ile böyle bir girişimin, mahkemenin hukuk dışı davranmasına engel olacağı görüşündeydiler.

Karar açıklanırken hınca hınç dolu salonda adeta sinek uçsa duyulurdu. Verilen kararlar açıklandıkça, herkese “ancak bu kadar olur” dedirtti. Toplam iki dakikadan başka konuşma yapmamış, sessiz sessiz oturmuş pek çok sanığa bile “İyi hal” indirimi uygulanmamış, verilen cezaları artırmak için kanunlara takla attırmışlardı.

BİZİ BETONA GÖMDÜLER
Bu ne kindi, bu ne hınçtı. Benim onlarla öncesinde bir husumetim yoktu, diğer sanıklar gibi. Bana şahsi kin duymaları mümkün değildi. Bu kin çok açık ki, şu an komuta ettiğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri’neydi.

Vesselam bırakın tahliyeyi, göz göre göre katledildik. Söz konusu durum terör saldırısından hiç de farklı değildi. Bir “hukuk cinayeti” işlendi. Bir “hukuk katliamı” gerçekleştirildi. Bu bir terör saldırısından çok daha alçakça idi, çünkü bu saldırı, hukuk kullanılarak kamuoyunda meşru hale getirilmeye çalışıldı. Bizi şehitlerimiz gibi toprağa değil, betona gömdüler…

Tüm bu yaşananlar sizin gözünüzün önünde oldu komutanım. Başbakanın, davadaki kararları kast ederek “Daha çok şaşıracaklar” ifadesi ile aynı mekânda Numan Kurtulmuş’un “Halka komplo düzenlemek isteyenlerin kafalarına balyoz indi” demesi, hele bazı yorumcuların“Bakın Genelkurmay’dan bir ses çıkmıyor, bu balyozcuları sahiplenmiyor, demek onlarda, bunların suç işlediklerine inanıyor” yaklaşımları, aldığımız cezanın ruhumuzda yarattığı kırılmaları derinleştirmiştir.

Bu katliama, bu zulme seyirci kalmamanız gerekmez miydi Komutanım? Komutan sorumluluğu değil midir astlarına sahip çıkmak? Siz, öz çocuğunuz iftiraya uğrayıp, bu şekilde betona gömülse aynı mı davranırdınız? Komutan, astlarının hem silah arkadaşı, hem babası değil mi canım komutanım? Bize öyle öğretmediniz mi?

Fazla uzatmak istemiyorum. Artık yalnızlığımız tescillenmiş oldu. Zaten bu sözde yargıçlar bunu bilmese, bu katliamı yapamazlardı. Yine de yaptığınız, yapmadığınız her şey için teşekkür ediyorum. Çok sağ olun, var olun, mutlu olun! Unutmayın ki Allah, zulmedenler kadar, zulme seyirci kalanları da kınıyor. Sözüm bitti. Size, eşiniz değerli hanımefendi ile çocuğunuz ve varsa torunlarınızla huzurlu, sağlıklı günler dilerim. Bizi ve çocuklarımızı düşünüp de canınızı sıkmayın olur mu?

30 Ağustos 2015 tarihli yazdığı ikinci mektubu:

Malumunuz mu bilmiyorum; 21 Eylül 2012’de 10. Ağır Ceza, 9 Ekim 2013’te de Yargıtay’ın 9. Dairesi “Balyoz Davası” kapsamında vicdansız ve hukuk dışı kararla aralarında benim de bulunduğum o an için 131’i muvazzaf, toplam 237 personelin cezalarını onayarak, adeta bizleri mezara gömmüştü.

Sizin ne diyeceğinizi beklerken öğrendik ki, siz yurtdışı seyahatteymişsiniz. Gazetelerde resimlerinizi gördük, dua ediyordunuz. “Kime acaba” diye düşünmeden edememiştik haliyle. Bu gezinin tarihinin, Balyoz Davası’nın açıklanacağı gün olmasının (hangi gün açıklanacağı çok önceden biliniyordu) bilinçli bir tercihiniz olmadığına inanmak istedik arkadaşlarla beraber.

Gezi sonrası yurda döndüğünüzde, sizden Balyoz Davası kararlarıyla ilgili kamuoyunu aydınlatan bir açıklama beklemiştik. Şöyle kallavi, hukuksuzluğu kamuoyunun gözüne sokan. Bunu da, kendinizi riske atmadan, duayen hukukçuların davayla ilgili görüşlerine dayandırarak yapmanız yeterli olacaktı. Sadece Hasdal’da söyledikleriniz de kafiydi bizim için. O sözlerin üzerine de vallahi epey daha yatılırdı cezaevinde. Ama bu kadarını bile yapmadınız, yapamadınız. Basın bunu sorgulayınca da, “Balyoz’la ilgili ben diyeceğimi dedim” deyiverdiniz. Ne demiştiniz Allah aşkına sevgili komutanım?

Arkasından da suskunluğunuzu, “kamu görevlisi” olmakla açıklamıştınız canım komutanım. Söylediğiniz doğruydu aslında, ama takdir edersiniz ki, eksikti. Bu ülkede kaç kamu görevlisi astlarına, altında çalışanlarına, “öl!” emri verebilir be komutanım?

Bir savaş sırasında insanlar, sizin emrinizle ölüme koşacak. Bir başka kamu görevlisi, örneğin DSİ Genel Müdürü böyle bir emir verebilir mi ha canım komutanım? Peki, isimli davalarda zamanında iktidarın desteğini de alarak, herkesin malumu paralel çetenin, astlarınıza reva gördüğü bu vicdansız saldırıya, düşürüldükleri duruma, konuşarak bile tepki vermemeniz normal miydi komutanım?

Görüntünün, astlarına sahip çıkamayan komutan görüntüsü olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Bu durumda astları vicdansızca betona gömülerek yok edilen bir komutanın, moral değerlerini nasıl aşındırdığını en iyi bilenlerdensiniz. Böyle bir komutana geride kalanlar ne kadar güven duyar, en iyi sizin malumunuzdur.

Hele bize kumpas yapan malum çeteye, TSK içerisinden, ama açık, ama örtülü destek verenlere bunca geçen yıla rağmen hiçbir şey yapmayışınız? Onların TSK içerisinde iyice semirip, palazlandığı yaygın kanaattir. Hatta yerlerimize onlar terfi etmişlerdir, yalan mı? İsterseniz açarız, ama uzatmayalım.

Cezamız onanınca cezaevinde size Hasdal’daki sözünüzü hatırlattık diye, ismimi vererek bana çok kızdığınızı ifade etmişsiniz sizi ziyarete gelenlere. Sonra cezaevinden çıktım. Tam 4 yıldır ayrı kaldığım çocuklarımla hasret giderecektim ki, mevzuatı ve teamülleri bir tarafa bırakarak, özel emirle tayinimi Ankara dışına çıkarttırdınız.

Oldu mu sizce komutanım? Bu kadar öfkelenecek, uğraşılacak stratejik konu varken, alçakların kumpasıyla hayatı alt üst edilmiş bir albayla uğraşmak size yakıştı mı ha canım komutanım? Anladım, bana çok kızdınız, cezalandırmak istediniz, bunun için de paralel çete mensupları için istediğiniz belgeye benim için ihtiyaç da duymadınız, bunu anlıyorum.

Peki, eşimin ve çocuklarımın suçu neydi sevgili komutanım? 4 yıl babalarından ayrı kalmış olmaları yetmezmiş gibi, daha 4 ay bile hasret gideremeden, babaları cezaevinden çıkalı daha 1,5 ay olmuşken, onları babalarından ayırıcı atamanın açıklamasını yapamayacağınızı biliyorum.

Anladım gücünüz bana yetti. Kabul ediyorum, ne yapalım. Eh, ben de en azından bugün eleştiri hakkımı kullanayım, derin kırgınlığımı dile getireyim takdir ederseniz. Yine öfkeleneceksiniz biliyorum ama. İdare edin artık.

“TSK’nın acımasızca eleştirilmesinden” yakınmıştınız bir ara. Bu durumda TSK değil, ama sizi eleştirmemek mümkün mü sevgili komutanım? Ha, bizimle ilgili açıklama yapmamanızı “TSK’yı siyasal ortamdan uzak tutmayla” izah etmeniz yok mu, en çokta ona gülüyorum. Elbette acı acı.

Sahi siz askeri okullarda, bırakın sizden öncesini, sizin zamanınızda neler olduğunu bilmiyor musunuz? Etrafınızda olan bitenleri pek çok kişi yazıp çiziyor. Mahalle kahvehanelerinde konuşulmaya başlandı TSK’yı siyaset batağına çeken paralel yapılanma sevgili komutanım. Siz hâlâ, “belge var mı” deyin durun. Beni çağırsaydınız anlatırdım size. Ama siz beni sürmeyi, böylece susturmayı denediniz. Halbuki, ben haksızlık karşısında, zulüm karşısında asla eğilmeyeceğimi yargılanırken göstermiştim sayın komutanım.

Bizim eleştirilerimize karşı yine o günlerde “TSK, mutlak itaat ve disipline bağlı bir yapı” demiştiniz. Öyleydi. Ne zamana kadar? Komutanların “gidin” emriyle gittiğimiz ve bize düşman hukuku uygulanarak ağır cezalar aldığımız, bunun sonucu yalnız bırakıldığımız Balyoz Davası’na kadar.

Yine o günlerde yaptığımız haklı ve olması gereken eleştirilere karşı, “yıkıcı eleştiriler zafiyet oluşturur” diyerek, bize yapılanları ne kadar normalleştirmiştiniz canım komutanım. Siz “yıkıcı” dediğiniz eleştirilere takılacağınıza, TSK’yı içten içe kemiren, bu anlamda ne disiplin, ne güven bırakan paralel örgüt denilen “Fethullah’ın Askerleri”ni görebilseydiniz. Onların yıkıcılığına, ihanetine engel olacak bir, evet sadece bir faaliyetiniz olsaydı, en azından ben bana yapılanları unutabilirdim. Ama hiçbir şey yapmadınız sevgili komutanım. Yapmaya da niyetlenmediniz.

Sadece altını doldurmadığınız, ama oldukça dikkat çekici bir sözünüz var o günlerde; “Beni hedef tahtasına oturtursanız, bir süre sonra beni de bulamazsınız”. Yani benden sonrakiler beni aratır, benden sonrakiler kötü, anlamı çıkacak bir cümleyi neden kurdunuz bilmiyorum. Eğer öyleyse sizden sonra geleceklerin güvenilir, ehil komutanlardan oluşması da sizin sorumluluğunuz değil mi? Böyle söyleyerek sorumluluktan kaçabilir misiniz, benim canım komutanım?

Sayın komutanım, an itibarıyla artık emekli oldunuz. “Devlet Övünç Madalya”nızı da almışsınız. Ne mutlu size!.. Ben de emekli oldum biliyor musunuz? Şura’ya da girdim, hem de beraat etmiş olarak. Giderayak beni de emekli etmişsiniz. Memnun oldum. Artık “komutanım” diyeceğim insan sayısı azalmıştı zaten. Zahmetten kurtarmışsınız beni. Ya “haklarını iade ediyorum” diye terfi ettirseydiniz? “Fethullah’ın Askerleri” ile nasıl bir ilişkim olurdu, tahmin bile edemiyorum.

Artık sizin de benim de üniformam yok. Bir yerde eşitlik var yani. Unuttum sizin “Devlet Övünç Madalya”nız vardı değil mi, unutmuşum, özür diliyorum.

Son birkaç şey daha söylemek istiyorum size sevgili komutanım. Dün bizim haklı eleştirilerimize karşı “Ahmet, Mehmet ve marjinal gruplar istedi diye istifa etmem” demiştiniz. Buradaki marjinalden kasıt herhalde bizdik. Bu sözleriniz çok tartışılacak çok. Arkadaşlarınıza pusu kuranlara gelince “kamu görevlisi” kimliğiniz; sözünüzü hatırlatan, ayrıca davayı anlatan bir kaç da kitap yazan, böylece belki de sizin boşluğunuzu doldurmaya çalışan bizlere karşı “hırçın asker” hüviyetiniz.

Bakınız, cezaevindeyken sizin özelinize yazdığım bir mektupta; TSK’nın, dahası ülkenin nereye götürüldüğüne dikkat çekmiştim. Yıl 2013’tü. O zaman “analar ağlamasın” gibi tartışılmayacak bir gündemle bölücü örgütün kazanımlarını her gün artırdığını ta cezaevinden görüyorduk. Sizi bilmiyorum.

Bugün de astlarınız, silah arkadaşlarınız, evlatlarınız toprağa gömülüyor, tıpkı dün bizim betona gömüldüğümüz gibi. Analar ağlıyor, tıpkı dün olduğu gibi… Ve siz hiçbir şey olmamış gibi, “Devlet Övünç Madalyası” alarak köşenize çekiliyorsunuz. Biliyorum haddim değil, ama yine de tebrik ediyorum, helali hoş olsun diyorlar ya, ondan.

Naçizane, dün olduğu gibi, bundan sonra da ”suskun kamu görevlisi” olarak ebediyen susun bence. Huzur ve mutluluk içerisinde, “Devlet Övünç Madalyası”nın verdiği övünçle torunlarınızı sevin olur mu? Karşılaşır mıyız bilmem. Çünkü bizim korumalı lojmanlarımız da tıpkı “Övünç madalya”mız gibi yok.

Halkımızla birlikteyiz. Bizim madalyamız halkımızın sinesidir, milletimizin yüreğidir.

Size yazdığım özel mektupta cezaevindeydim; “Tarih Baba bizi mutlaka beraat ettirecek, biliyorum” demiştim. Evrensel hukuk normlarıyla hareket eden mahkemelerde de beraat ettik. Kurulu mahkemeyle işiniz olmaz, ancak “Tarih Baba”nın yargısında siz ne yapacaksınız, işte onu bilemiyorum canım komutanım.

Kaynak:Biyografiler.com