Biyografiler.com : Her yaşam bir iz bırakır. | Türkiye'nin en çok okunan biyografi sitesine hoş geldiniz.

Galatasaray Lisesi


Galatasaray Lisesi, İstanbul Beyoğlu'nda bulunan bir lisedir. Özel statüde faaliyet gösteren kurum, Fransızca eğitim vermektedir.


Galata Sarayı Humayun Mektebi adıyla kurulan kurum, enderuna (saray mektebi) üst düzeyde eğitimli görevli yetiştirirdi. Bu yüzden Mekteb-i Sultani olarak da anılır.

KURULUŞ
- 1481 Galatasaray Ocağı ve Medresesi
- 1868 Mekteb-i Sultani
- 1923 Galatasaray Lisesi

Tarihsel Arka Plan
Galatasaray Lisesi Beyoğlu’nun tam ortasında ve en güzel yerinde kurulmuş bir müessesedir. Lisenin bulunduğu bina 1481 yılından beri Galata Sarayı olarak bilinmektedir. Söz konusu alan ve binalarda Galatasaray adıyla faaliyet gösteren eğitim kurumlarının tarihi sürecine bakıldığında üç dönem karşımıza çıkar. 1-Enderun dönemi 2- Tıp Mektebi dönemi 3- Mektebi Sultani/Galatasaray Lisesi dönemi (Mekteb-i Sultani bünyesinde ayrıca bir de Darülfünunu Sultani adını taşıyan üniversite '1874-1881' kurulmuştur). Görüldüğü üzere faaliyet alanları eğitim olan bu kuruluşlar aynı zamanda Galatasaray adını taşımaktadırlar ve hepsi bugünkü lise binasının bulunduğu sahada yer almışlardır. Dolayısı ile 1481 yılından günümüze devam eden bir tarihsel süreklilik söz konusudur. Bu yönüyle, birbirlerini takip eden Galatasaray eğitim kurumları çok köklü bir maziye sahip olmanın taşıdığı değerin farkında olmuşlar, bu değerin sağladığı avantajları hep yaşayagelmişler ve yaşamaya da devam etmektedirler.

Galata Sarayı Enderun Mektebi’nin Kuruluşu
Galata Sarayı Enderun Mektebi’nin kurulduğu 1481 yılında Galata, Haliç ağzından Boğaziçi istikametine doğru uzanan, çok sık binalı, çok dar sokaklı, son derece işlek ve canlı bir ticaret merkezi idi. Bu limanın deniz kıyısı da, kara tarafı da yüksek ve kalın duvarlarla kaplı idi. Cenevizlilerin yapmış olduğu Galata Kulesi de bu surların içinde ve en üst kısmında bulunuyordu. Galata surlarının dışında kalan kısımlar, bütün Beyoğlu sırtları ve platosu o dönemlerde boş araziden ibaretti. Buralarda ve bütün yamaçlarda tarlalar, bağlar, bahçeler, ağaçlıklı ve sık fundalık yerler ve korular vardı. Sözünü ettiğimiz bu korularda, Sultan II. Bayezid (1481-1512) tahta çıktığı yılın sonbahar aylarında bir av partisi düzenlemişti. Rivayete göre, av dönüşü Beyoğlu sırtlarından Tophane’ye doğru inerken Sultanın gözüne bir kulübe çarpmıştı. Dinlenmek amacıyla bu kulübeye giden II. Bayezid, burada yaşayan ve nadide güller yetiştirdiği için Gülbaba olarak tanınan bir ihtiyarla karşılaşmıştır. Sultan, Gülbaba’nın ikramından ve sohbetinden çok hoşlanınca, kendisinden bir isteğinin olup olmadığını sormuştur. Gülbaba da Padişaha, şu anda lisenin bulunduğu Beyoğlu sırtlarını göstererek, orada bir mektep yapılması isteğinde bulunmuştur. Bu suretle Galata Sarayı adı verilen bina yapıldığı gibi, o zamanların usûlünce gayet muntazam ve herkesçe takdir edilen bir mektep açılmıştır.

Mektep, otuz bin zirâ’dan fazla bir alanın etrafı duvarlarla çevrilmek suretiyle inşa edilmiştir. Mektepte bir cami, ikişer yüz kişiyi barındırabilecek büyüklükte üç koğuş, üç hamam, zabıta dairesi ve bir mutfak da yapılmıştır. Daha sonra bir Galata Sarayı ağası tayin edilip, devşirme çocuklardan kabiliyetli birkaç yüzü kişi seçilerek mektebe getirilmiştir. Bunlara ders vermek üzere, öncelikle Gülbaba hoca olarak vazifelendirildiği gibi, Arapça, Farsça, Okuma, Güzel yazı ve Mûsikî dersleri için de ayrı ayrı hocalar görevlendirilmiştir. Sultan II. Bayezid, Galata Sarayı’ndaki hocaların seçimini yaptığı gibi, öğrenciler için gerekli tahsisatları ayırmış, mektebin nizamını da kendisi belirlemiştir. Ağaların en eskisi Oda kethüdası, diğerleri Odabaşı, Nöbetçi başı, Hamamcı ve Baş eski olarak adlandırılıp, her koğuşa silsileye göre birer zabit tahsis edilmiştir. Böylece Galata Sarayı Enderun Mektebi oluşturulmuştur.

O dönemlerde Saray mekteplerindeki sınıflara dershane veya sınıf yerine hane veya oda deniyordu. Tahsil müddeti ise altı ilâ ondört yıl arasında değişebiliyordu. Bu duruma göre Galata Sarayı mektebinde birinci sınıfa tekabül eden Küçük Oda’da talebeler iki-üç sene çeşitli dersler ve sanatlar öğrendikten sonra, bilgi ve kabiliyetlerini ispat edebildikleri takdirde Orta Oda’ya geçebiliyorlardı. Burada da yine iki-üç yıl okuyup, daha üstün bilgiler kazanıp, üst sınıfın derslerini takip edebilecekleri sabit olunca Büyük Oda’ya, yani son sınıfa terfi ediyorlardı.

II. Bayezid tarafından kurulan Galata Sarayı mektebi 1481 yılından 1868’e kadar muhtelif değişiklikler geçirmiştir. Mektep Kanuni Sultan Süleyman devrinden sonra bir süre ihmal edilmiş, Sultan III. Ahmed döneminde, 1715 yılında tamir edilmiş ve Saray mektebi olarak vazife görmeye devam etmiştir. Sultan I. Mahmud 1741 yılında mektepte ıslahat gerçekleştirdiği gibi, Fatih ve Ayasofya kütüphaneleri ayarında bir kütüphaneyi de mektebe kazandırmıştır. Yenilikçi padişah III.Selim 1789’dan 1807’ye kadar süren saltanatı boyunca mektebin faaliyete devamı konusunda büyük gayret göstermiştir. Sultan II. Mahmud da Galata Sarayı mektebine önem vermiştir. Mektep II. Mahmud devrinde Tophane yangınında yanmış, yeniden inşası için Defterdar Hacı Yusuf Efendi görevlendirilmiş ve bina 1819 yılında ahşap olarak inşa edilmiştir. 1838 yılına kadar Tıbhane mektebi olarak hizmet veren bina ikinci bir yangın geçirince, Sultan Abdülmecid döneminde yeni bir inşaat başlatılmış ve kârgir olarak yapılan bina 1862 yılında Sultan Abdülaziz zamanında hizmete girmiştir. Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) açıldığı esnada binada tıbbiye öğrencileri eğitim görmekteydiler.

Galatasaray Mekteb-i Tıbbiyesi Dönemi
19. Yüzyıl başlarında, Osmanlı devlet adamları ülkenin içine girdiği sıkıntılı süreçten kurtulma ve bir takım reformlarla ülkeyi derleyip toparlama çabası içine girmişlerdi. Bunun bir yansıması olarak Avrupa’daki modern müesseseler model alınmak suretiyle benzer kurumlar Türkiye’de de kurulmaya başlandı. 19. Yüzyılın başlarında oluşturulan söz konusu modern müesseseler arasında en önemli yeri tutanlardan biri de, önce Vezneciler’de faaliyete geçip oradan Gülhane’ye taşınacak ve daha sonrasında da Galatasarayı Enderun Mektebi binasına yerleşecek olan Galatasarayı Tıp Mektebi’dir.

Gerekli düzenlemelerin yapılması ve yeni eğitici kadroların oluşturulmasıyla 1838 yılından itibaren Tıp Mektebi Beyoğlu’ndaki Galatasaray binasında faaliyete geçti. Mektepte eğitim faaliyetlerini yürütmek üzere Avrupa’dan Avusturyalı Doktor Karl Bernard ile Doktor Neuner ve Eczacı Hoffman getirtilmişti.

Sultan II. Mahmud bu mektebe özel bir önem vermekteydi. Nitekim mektebin açılış törenine bizzat katıldı ve orada öğrencilere hitaben bir de konuşma yaptı. Bu konuşma aslında Padişahın bu eğitim kurumuna verdiği önemi ve buradan beklentilerini ortaya koymaktadır. Galatasaray Askeri Tıp Mektebi usta hekimler yetiştirecek ve bunlar ülkelerine hizmet edeceklerdir. II Mahmud’un Türkçe konusundaki hassasiyeti de dikkate değer bir husustur. Padişah, kendi dilinde tıp eğitimi yapmanın öneminin bilincinde olmakla birlikte, ilim sahibi olmak için yabancı dil bilmenin gerekliliğini de vurgulamaktadır.

Galatasaray Tıbbiyesi bu niyet ve beklentilerle eğitime başlamıştı. Mektep askeri ve yatılı olduğundan mükemmel surette idare edilmesine dikkat edilmişti. Dershane ve yatakhaneleri en iyi şekilde tertiplenmişti. Elbiseler de muntazam imal edilmişti. Yaka ve kollar kadife olup, yakalarda mektebin sembolü olmak üzere yılan resmi bulunurdu. Öğrencilere ayda 25 kuruş maaş verilmekte idi. Her üst sınıfa geçişte maaşa 15 kuruş zam yapılmakta ve son sınıf öğrencisi 5 mecidiye maaş almaktaydı. Sabah güneşin doğuşundan iki saat sonra derslere başlanır ve güneşin batışına iki saat kalana kadar dersler sürerdi. Ders müddetleri iki saat olup arada yarım saat teneffüs yapılmaktaydı. Derslerin ve teneffüslerin başlayış ve bitişleri trampet çalmak suretiyle ilan edilirdi. Eğitim aşamasında Mösyö Bernard mektepte bir yenilik meydana getirdi. O ana kadar anatomi dersi modeller üstünde uygulandığından öğrencilere fazla fayda sağlayamıyordu. Hâlbuki mektebin bir an evvel Batıdakiler derecesinde kaliteli olması isteniyordu. Bernard Padişahtan aldığı izinle dersin kadavralar üzerinde yapılmasını sağladı. Bu amaçla konunun uzmanı bir doktor bulabilmek için Avrupa’da ilanlar verilip müsabaka düzenlendi. Sonuçta Mösyö Spitzer müsabakayı kazanıp teşrih muallimi oldu. Spitzer esas itibariyle çok yetenekli olduğundan diğer derslere de girmekteydi. Öğrencilerin derslere hakkıyla çalışmalarını temin için sabah verilen dersler akşam tekrar ettirilirdi. Bu amaçla üst sınıftaki öğrencilere, ayda 50 kuruş maaş verilerek alt sınıftakilere ders tekrarlarında yardımcı olmaları sağlanırdı.

Başlangıçta altı yıl olarak öngörülen eğitim süresi, tedrisat için yeterli bulunmadığından, bilahare dokuz yıla çıkarıldı. Dokuz yılın dördü idadi sınıfı, beşi ise yüksek sınıf olarak düzenlendi.

Mektepte 1838 yılından itibaren yapılan faaliyetler şu şekilde sıralanabilir: Doktorluk mesleğine lâyık olduğu hakiki kıymetin kazandırılması; Doktorluk mesleğinin ilmi hüviyetinin arttırılması ve Avrupaileştirilmesi; Bir yabancı doktorun mektebe müdür tayin edilmesi; Öğretmenlerin uzman yabancılar ve Avrupa’da tıp tahsili yapmış yerli doktorlar arasından seçilmesi; Fransız dilinin ve edebiyatının öğretilerek yabancı dile hakkıyla aşina gençler yetiştirilmesi; Meslek dersleri yanında, genel tarih, genel coğrafya derslerinin de Fransızca olarak okutulması; Böylece Avrupa eğitim metotları ve sistemleriyle tıp mesleğinde teorik ve pratik bilgisi kuvvetli, üstün kalitede genç Türk doktorlarının yetiştirilmesi; Mektepte bir ameliyathane kurulması; Mektepte sıhhiye memurları kursu açılması; Aşı memurları dershanesinin açılması; Adli tıbbın mektepte teşekkül ettirilmesi; Mektepte eczacılık şubesinin açılması; Gerek doktorluk ve operatörlük şubeleri ve gerek eczacılık kısmı dersleri için mektepte muntazam ve büyük bir bitki bahçesinin tesis edilmesi; Türk kadın ebelerin mektepte erkek hocalardan ders görüp diploma almaları; Öğrencilerin geniş ölçüde tatbikat yapabilmeleri için mektebe bağlı bir hastane kurulması; Ayrıca Beyazıt’ta mektebe bağlı bir dispanser açılması; Kadavralar üzerinde uygulamalı derslerin yapılması; Tedavi gören hastaların istatistiklerinin tutulması.

Galatasaray Askeri Tıp Mektebi’nde okuyan öğrencilerin hepsi parasız olarak eğitim görmekteydiler. Devlet öğrencilerin eğitim, barınma, yiyecek, giyecek masraflarını karşılıyordu. Bunlar bir ayrıma tabi tutulmaksızın ülkenin Müslüman ve Gayrimüslim halkı arasından seçilmişlerdi. Bu bağlamda Müslüman, Hıristiyan, Musevi her dinden ve her tabakadan öğrenci eşit hak ve sorumlulukla eğitim faaliyetlerini sürdürmekteydiler. Müslüman ve gayrimüslim öğrencilerin aynı ortamda bir arada eğitim almaları, Tıp Mektebinde olduğu gibi, bir süre sonra kurulacak Mekteb-i Sultani’nin de temel felsefelerinden biri olacaktır.

Mektep ilk mezunlarını 1843 yılında verdi. İlk mezunlar Sultan Abdülmecit’in de hazır bulunduğu imtihanda başarı göstererek diplomalarını aldılar. Bunlara elde ettikleri derecelere göre miralaylık, kaymakamlık, binbaşılık ve yüzbaşılık rütbeleri verildi ve görevlendirildiler. Mektepten alınan diplomalar aynı zamanda Avrupa tıp fakülteleri diplomalarına eşdeğer tutuluyordu. Bunun yanında yabancı memleketlerden gelen doktorların ellerindeki diploma ne olursa olsun Galatasaray Tıbbiye Mektebi’nde bir ehliyet imtihanı geçirdikten sonra ülkemizde doktorluk yapabilmeleri uygulaması da başlatılmıştı. Mektepte neşriyat için bir de matbaa kurulmuş ve La Gazette Médicale de Constantinople adıyla bir dergi çıkarılmıştır.

Galatasaray binası 1848 tarihinde büyük bir yangın geçirdi. Bu tarih itibariyle mektepte 300 Türk, 40 Rum, 29 Ermeni, 15 Musevi öğrenci eğitim görmekteydi. Yangından sonra mektep Hasköy’deki Humbarahane Kışlası’na taşındı. Dönemin Padişahı Sultan Abdülmecit Galatasaray binasını yeniden ve mükemmel bir şekilde yaptırmak için faaliyete geçti. Bu defa bina ahşap değil kâgir olacaktı. Bugün Galatasaray Lisesi’ne ev sahipliği yapan bu yeni binanın inşaatı çok uzun sürdü. Hatta inşaatı başlatan Sultan Abdülmecit binanın tamamlandığını göremedi. Sonraki Padişah ki aynı zamanda Mekteb-i Sultani’nin de kurucusu olan, Sultan Abdülaziz zamanında bina inşaatı, bugünkü şekline sahip olarak 1862 yılında tamamlandı. Bundan sonra Askeri Tıbbiye Mektebi yine bu binaya taşındı ve altı yıl boyunca eğitimine devam etti. Bu arada 1866 yılında, çok önemli bir organizasyon olarak, Uluslararası Tıp Kongresi Galatasaray binasında gerçekleştirildi. Bu kongreye katılan ülkeler şunlardı: Avusturya, İspanya, Fransa, İngiltere, Yunanistan, İtalya, İran, Portekiz, Prusya, Rusya, İsveç ve Osmanlı Devleti. Kongre 13 Şubat 1866 tarihinde yapılan törenle açılmıştı. Bu vesile ile Hariciye Nazırı Âli Paşa yaptığı konuşmada daveti kabul ettikleri için ülkelerin delegasyonuna teşekkür etmişti. Bilahare yapılan seçimde Galatasaray Tıp mektebi Müdürü ve Osmanlı heyetinin başkanı Salih Efendi Kongre başkanlığına seçildi. Kongrede ağırlıklı olarak salgın hastalıklar ve engelleme yöntemleri üzerine müzakereler yapıldı.

1868 yılında Mekteb-i Sultani’nin açılması ile beraber Galatasaray’da eğitim gören askeri tıbbiye öğrencileri Beyoğlu’ndan Gülhane’ye taşındı. Beyoğlu’ndaki binada ise 1 Eylül 1868 tarihinden itibaren Mekteb-i Sultani eğitime başlayacaktır.

Mekteb-i Sultani’nin Kuruluşu
Mekteb-i Sultani’nin kuruluşu, esas itibariyle bir ihtiyacın giderilmesini öngörmekteydi. Batılılaşma sürecinin yaşandığı dönemler olan II. Mahmut ve Tanzimat devirlerinde, eğitim alanında da yenilikler yapılmaya başlanmıştı. Tanzimat Fermanı Müslim veya Gayrımüslim tüm Osmanlı yurttaşlarına her alanda eşitlik vaat ediyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için, lâik bir hukuk düzeninin kurulması lazımdı. Böyle bir düzenin hayata geçmesi ise lâik bir eğitim sisteminin varlığına bağlıydı. Osmanlı yöneticileri, 1838’ten başlayarak, Babıâli adı verilen yeni merkezi bürokrasiyi ayakta tutacak personeli yetiştirmek amacıyla, batı modelinde rüştiye muadili okullar açmaya başladı. Bunlardan mezun olanlar Babıâli’de kendi tercih ettikleri dairelerde istihdam edildi. Bu uygulama halkın yeni açılan okullara ve hatta genel olarak eğitime, daha fazla ilgi göstermesini sağladı. Ayrıca başlangıçta oldukça basit ve cılız olan bu okullar giderek kök salmaya ve lâik eğitim sisteminin temel taşlarını oluşturmaya başladı.

1846 yılından itibaren rüşdiye sayısında artışlar meydana geldi. Buradan da yüksek öğrenim kurumu olarak medreselere devam ediliyordu. Fakat Rüştiyeler yüksek öğrenime hazırlık açısından lise eğitiminden çok ortaokul konumunda bulunuyorlardı. Bundan dolayı Rüştiye ile Medrese arasındaki boşluğu giderecek ara eğitim veren lise tarzı müesseselere ihtiyaç duyuluyordu. Eğitimdeki bu boşluk genellikle Türkler için geçerli bulunmaktaydı. Buna karşılık Gayrımüslim ahali sahip oldukları mektepler itibariyle böyle bir boşluk hissetmemekteydiler. Türklerin bu şekilde yetersiz eğitim almaları, hâkim milletin seviyesini diğer unsurların seviyesinden aşağı indiriyor ve yüksek okullara giden veya başka bir yerde istihdam edilenlerin yeteri derecede hazır olmamalarına sebep oluyordu. Bu hale bir son vermek üzere öncelikle büyük masraflarla Paris’e öğrenciler gönderilmiş ve bunların orada Mekteb-i Osmanî adı verilen müessesede en iyi hocalardan ders almak üzere tahsil görmelerine çalışılmıştı. Fakat bu uygulama uzun sürmedi.

Sultan Abdülaziz 1867 yılında yapmış olduğu Avrupa seyahatinde gördükleri karşısında etkilenmiş ve başta eğitim olmak üzere çeşitli alanlardaki icraatların ülkemizde de uygulanması zaruretine inanmıştı. Nitekim padişah, dönüşünde nazırlara eğitime çok önem vermek gerektiğini anlatmıştı. Zaten dönemin önde gelen devlet adamları Âli ve Fuat Paşalar da bu hususta onunla paralel düşünüyorlardı. Fransa elçisi M.Bourrée de bu konuda teşvikçiydi. Elçi, Osmanlı hükümetini devletin çeşitli şehirlerinde liseler açmaya ikna etmeye çalışıyordu. Bu şartlar çerçevesinde çocuklara, ailelerinin nezareti altında tahsillerini tamamlamalarını sağlayacak ve onlara hangi milletten olurlarsa olsunlar edebi ve fenni bilgiler verecek okulların yapılmasına girişilmesi uygun görüldü. Bu suretle Osmanlı idaresinin hoşgörülülüğü de vurgulanmış olacak, aynı zamanda çeşitli milletlere mensup çocuklar Osmanlılık bilinci ile yetiştirilmiş olacaklardı.

İlk tecrübe olarak, Beyoğlu’nda kışla olarak inşa edilmiş, Boğaza nazır Galata Sarayı binasında bir okul açılması uygun görüldü. Burası daha sonra diğer vilayetlere açılacak liselere örnek teşkil edecekti. Mekteb-i Sultani adı verilen okulda tedrisat esas itibariyle Fransızca olacak, fakat bazı dersler Türkçe gösterilecekti. Mektebin müdürü ve bazı hocalar Fransız olacağı gibi ders nazırı da müdir-i sani unvanı ile yine Fransız olacaktı. Mektepte Türkçe ve Fransızca olmak üzere iki ayrı kısım bulunacaktı. Fen bilimleri ağırlıklı dersler Fransızca, sosyal bilimler ağırlıklı dersler ise Türkçe okutulacaktı. Mektepte Müslüman ve Gayrımüslim öğrenciler bir arada okuyacaklardı. Mektebe ilgisini esirgemeyen Fransa, bu vesile ile şarktaki nüfuzunu arttırma çabası içindeydi.

Bu şekilde kuruluş çalışmaları tamamlanan Mekteb-i Sultani 1 Eylül 1868 tarihinde 341 öğrencisi olduğu halde eğitim vermeye başladı. Bu öğrencilerden 147’ si Müslüman, 48’ i Gregoryen Ermeni, 36’sı Rum, 34 ‘ü Musevi, 34’ü Bulgar, 23’ü Katolik Latin, 19’u ise Katolik Ermeni idi. Mektepte dışarıdan ders takip etmek isteyenler için de sınıf tahsis edilmişti.

Mektebin açılışı ile beraber bir takım tepkiler de ortaya çıktı. Buna göre Rusya siyasi sebeplerle, yani Fransa’nın nüfuzunun artmasından duyduğu endişe ile Mekteb-i Sultani’ye karşı idi. Rumlar Yunancanın ders programları arasında bulunmamasından rahatsızlık duymaktaydılar. Museviler ise Hıristiyan bir müdürün yönetimindeki mektebe öğrenci göndermekte çekingen davranmışlardı. Katolikler de çeşitli milletlere mensup öğrenciler arasında Katolik çocuklarının ahlaklarının bozulacağını düşünmekteydiler. Hatta Papa mektebe Katolik öğrencilerin gitmesini yasakladı. Fransa’nın girişimiyle bu yasak kaldırıldı.

Mekteb-i Sultani İstanbul basınında iyimserlikle karşılandı. Gazeteler çocuklarını okutmak isteyen aileler için çok güzel bir fırsatın ortaya çıktığını, Avrupa’dakiler ayarındaki bu okulun meyvelerini vermeye başladığında memleket için önemli katkılar sağlayacağını yazdılar. Bu dönemde Avrupa’da faaliyet göstermekte bulunan Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Yeni Osmanlılar ise mektebin kurulmasını şiddetle tenkit ettiler. “Bir Türk çocuğunu keçi sakallı Fransız hocaların eline bırakmanın zararlı olduğu” şeklinde yorumlarda bulundular. Aleyhteki bütün görüşlere rağmen, başta Sultan Abdülaziz olmak üzere, Sadrazam Âli Paşa ve kuruluşa ön ayak olan diğer devlet adamları, ülkenin geleceği olarak gördükleri bu okulun yaşaması için büyük gayret gösterdiler. Sonuçta Mekteb-i Sultani tedrisata başladı ve giderek ülkenin en önemli eğitim müesseselerinden biri haline geldi.

Mekteb-i Sultani’nin kuruluşunda ve sonra geçirdiği aşamalarda Fransa’nın oynadığı rolü fazla abartmamak gerekir. Esas olarak Osmanlı Devlet adamları böyle bir okulun ihtiyacını hissediyorlardı. Dolayısı ile bu uğurda büyük fedakârlıklar gösterdiler. Fransa’nın katkısı ise eğitim sistemi açısından örnek teşkil etmek yanında, bazı öğretmenlerin teminine yönelikti. Bununla beraber Fransız öğretmenlerin maaşları Osmanlı Devleti tarafından ödenmekte idi. Üstelik bunlar kâğıt para kabul etmemişler, maaşlarının Osmanlı altın lirası üzerinden ödenmesini özellikle talep etmişlerdi. Nitekim uygulama da böyle oldu. Eğitim programlarının hazırlanmasında da Fransız sistemi örnek alınmakla beraber, uygulama tamamen aynı olmadı. Ülke ihtiyaçları göz önünde bulundurularak o dönem Fransız liselerinde daha az önem verilen matematik, temel bilimler, muhasebe, tarih, coğrafya, teknik resim gibi dersler Mekteb-i Sultani’de ağırlığı teşkil etti.

Mekteb-i Sultani’de kuruluştan Cumhuriyet dönemine kadar sırasıyla, Mösyö De Salve, Vahan Efendi, Fotyadi Bey, Sava Paşa, Ali Suavi Bey, Ali Nizami Paşa, Halil Efendi, Karaca Paşa, İsmail Bey, Abdurrahman Şeref Bey, Emrullah Bey, Mustafa Azmi Bey, Tevfik Fikret Bey, Salih Zeki Bey, Salih Arif Bey, Aynizade Hasan Tahsin Bey müdürlük yaptılar. Bunlar arasında İsmail Bey, Abdurrahman Şeref Bey ve Tevfik Fikret uygulamalarıyla mektepte önemli bir iz bıraktılar.

1874 yılında mektep bünyesinde Darülfünun-ı Sultani adıyla bir üniversite açıldı. Mühendislik, Hukuk ve Edebiyat şubelerinin bulunduğu söz konusu yüksek okul aralıklı olarak 1881 yılına kadar hizmet verdi.

Mekteb-i Sultani’de spor her zaman için önemli olmuştu. Daha kuruluş yılından itibaren ders programlarında jimnastik dersine yer verilmiş ve bir de spor salonu açılmıştı. Bu sebeple öğrenciler arasında sporun her dalına merak saran başarılı gençler yetişti. 1905 yılında 11. sınıf öğrencisi Ali Sami Yen ve arkadaşları Türkiye’nin ilk futbol kulübü olarak Galatasaray spor kulübü'nü kurdular.

Mekteb-i Sultani binası 1907 yılında meydana gelen yangın neticesi önemli hasar gördü. Daha önce, 1870 yılında çıkan büyük Beyoğlu yangını mektebin kapılarına kadar gelmişse de herhangi bir zarar vermemişti. Fakat İkinci Müdür Mösyö Feuillet’in odasından çıkan 1907 yangını mektebin ahşap iç aksamını tamamen yok etti. Sadece taş duvarlar kaldı. Yangında can kaybı olmadı. Ama kütüphane, müze ve arşiv tamamen yandı. Öğrenciler bir yıl Beylerbeyi’nde geçici olarak oluşturulan barakalarda eğitim yaptıktan sonra, 1909 yılından itibaren, yeniden inşa edilen Beyoğlu’ndaki binaya geri döndüler.

Bu esnada müdürlük makamında bulunan ve Galatasaray Lisesi’ni “Batıya açılan pencere “ olarak nitelemesiyle tanıdığımız Tevfik Fikret görevi sırasındaki icraatlarıyla gerek öğrencilerin, gerekse öğretmenlerin gönlünde taht kurdu. Tevfik Fikret maiyetindekileri, bağırıp çağırarak ve zor kullanarak yola getirme düşüncesinde değildi. Herkesin kendi mesuliyetinin bilincinde olarak hareket etmesini öğütlüyordu. Bu suretle sınıflarda, yemekhanede ve yatakhanede tam bir düzen sağlanmıştı. Tevfik Fikret mektepteki disiplin yanında, eğitime de özel bir çaba harcıyordu. Konferans salonu yanında, mektebe yeni laboratuarlar, fizik anfisi, kütüphane, eczane ve revir gibi eserler kazandırmıştı. Konferans salonunda talebeye konferanslar veriyor, okunan derslerle ilgili veya hariçten seçilmiş konular üzerinde sohbetler yapılıyor, nutuklar söyleniyordu. Bazen bu konferanslarda sınıf öğretmenleri de hazır bulunuyordu. Bunlardan başka ara sıra şiir ve nesir parçalarını da güzel okuma tecrübeleri yapılıyor, bu suretle öğrenciler okuduklarını, dinlediklerini iyi anlamaya ve iyi söylemeye alıştırılıyorlardı.

Cumhuriyet Dönemi
Milli mücadelenin kazanılması bütün ülkede olduğu gibi Mekteb-i Sultani’de büyük bir coşku ile karşılandı. Milli hükümetin ve muzaffer ordunun temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Paşa Mekteb-i Sultani’yi de ziyaret ederken mektepte olağanüstü bir coşku yaşandı. Bu vesile ile Refet Paşa heyecanlı bir konuşma yaptı. Kendisi, Mekteb-i Sultani’nin batıya açılan ilk pencere olduğunu, birçok vatansever evlat yetiştirdiğini, yetiştirmeye de devam edeceğini, milli mücadele kazanıldığına göre artık vatanın imarına ve yükseltilmesine çalışılması gerektiğini söyledi. 1922–1923 eğitim yılı mezunları diplomalarını “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adına aldılar ve Mekteb-i Sultani ismi son defa bu yıl mezun olanların diplomalarına yazıldı.

Saltanatın kaldırılmasından sonra 1923 yılı Ağustos’undan itibaren Mekteb-i Sultani ismi Galatasaray Lisesi’ne dönüşmüştür. Galatasaray Lisesi Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de önemli bir eğitim kurumu olarak faaliyetini sürdürmüştür. Birinci Heyeti İlmiye toplantısında okulun yeni statüsü belirlenmiş ve buna paralel olarak 1924 yılı itibariyle yeni Talimatname ve müfredat programı yürürlüğe girmiştir. Refet ve Kazım Paşaların Okulu ziyaret etmeleri yeni dönemde Galatasaray Lisesi’ne verilen önemi göstermektedir. Refet Paşa okulda yaptığı konuşmada Galatasaray Lisesi’nin batıya açılan ilk pencere olduğunu vurgulamış, Kazım Paşa da Türk Cumhuriyetinin gücünden bahsetmiştir.

Türkçe ve Fransızca sınıfların birleştirilmesi sürecinde yaşanan karışıklıktan dolayı bazı öğrenciler mağdur, bazı öğretmenler de kadro dışı kalmıştır. Derslerin birleştirilmesi sırasında yaşanan sıkıntılar bir takım tepkilere yol açmış, meclisin gündeminde tartışılmışsa da tekrar geriye dönüş daha fazla karışıklığa sebep vereceğinden, derslerin birleştirilmesi uygulamasına devam edilmiştir. Dolayısıyla iki bölümü de bitirenlere şahadetname verme uygulaması kaldırılmıştır.

3 Mart 1924 tarihinde Hilafetin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına sürgüne gönderilmeleri kararı üzerine Galatasaray Lisesi’nde eğitim görmekte olan hanedana mensup öğrenciler okuldan ayrılmıştır.

Özellikle 1924–1929 ve 1933–1950 yılları arasında görev yapan Müdür Behçet Bey 1929–1933 döneminde Müdürlük makamında bulunan Fethi İsmail Bey okulun başarılı olması için büyük çaba göstermişler ve bunda da muvaffak olmuşlardır. Galatasaray Lisesi mezunu olan Behçet ve Fethi Beyler müdürlükleri dönemlerinde öğrencilerin okulda yaptıkları sosyal faaliyetleri desteklemişlerdir. Behçet Bey döneminde öğrencilerin kurmuş olduğu Talebe Sandığı hakkında bilgi alan dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati Bey, aynı uygulamanın diğer liselerde de yapılmasını istemiştir. Böylece öğrenciler arasında hem dayanışmayla birlikte yardımlaşma hem de lise öğrencilerinin temsilci seçerek bir teşekküle üye olmaları ve bu teşekkülün işleyişi sırasındaki aşamalarda tecrübe sahibi olarak hayata hazırlanmaları mümkün olacaktı.

Cumhuriyet döneminde Galatasaray Lisesi’nde tahsil süresi 5’i İlkokul, 4’ü orta kısım birinci devre 3’ü ise orta kısım ikinci devre olmak üzere toplam 12 yıl olarak belirlenmiştir. Mektepte uygulanan müfredat programı ağır olup bu program çerçevesinde yetişen öğrenciler yeterli bilgilerle donatılmış olarak mezun olurlardı. Bu durum eğitimlerinin sonraki aşamalarında kendilerine önemli katkı sağlamıştır. Mektebin bilgi vermek yanında öğrenciyi hayata hazırlamak gibi bir işlevi de vardı. Okulda kurulan bir takım öğrenci teşekkülleri sayesinde talebe kendisini hayata hazırlama imkânı bulur, bu arada mektepte sosyal faaliyetler de hiç eksik olmazdı. Müzik, spor ve izcilik faaliyetleri yanında öğrenciler yayınladıkları Akademi (dokuzuncu sayıdan itibaren Galatasaray) dergisi ile de okullarının adını duyuracak başarılar elde etmişlerdir. Bu çerçevede okulda her yıl birçok sergi açılmış, konserler ve tiyatro gösterileri düzenlenmiştir. Bu başarılarında kendilerine rehber olan gerek Türk gerekse Fransız öğretmenler alanlarında uzman olan kişilerden seçilirdi. Yabancı öğretmenlerle özel bir mukavele yapılmaktaydı ki bu uygulamadan amaç eğitimde devamlılığı sağlamaktı. Bütün bunların bir araya gelmesiyle Galatasaray Lisesi’ni bitiren bir öğrenci hayatta başarılı olma şansını çabuk yakalardı.

Galatasaray Lisesi geliştikçe ve öğrenci sayısı arttıkça Beyoğlu’ndaki bina yeterli olmamaya başlamıştır. Bunun üzerine Ortaköy’deki Feriye Saraylarından bir bina Galatasaray Lisesi’ne tahsis edilmiş ve mektebin İlkokul kısmı ile hazırlık sınıfı buraya taşınmıştır. İlkokulu burada tamamlayan öğrenciler sonraki devreleri okumak için Beyoğlu’ndaki binaya geçiş yapmışlardır.

1930’lu yıllarda Atatürk Galatasaray Lisesi’ne dört defa gelerek bu okula ne kadar önem verdiğini göstermiştir. Atatürk 1930 yılındaki ziyaretinde okul müdürü, idareciler ve öğretmenlerle temaslarda bulunmuş ve bazı sınıflara girerek ders ortamında öğrencileri görmüştür. Bu ziyarette öğrenciler bir bayram havası içinde büyük bir coşkuyla ve gururla Atatürk’ü karşılamışlardır. 1932’deki ziyaretinde okulda çok kısa süre kalan Atatürk, 1933 yılındaki ziyaretinde bakalorya sınavına katılmış ve dokuz öğrenciyi bizzat kendisi sınav yapmıştır. Atatürk tarafından bizzat sınav yapılan öğrencilerden biri olan İlhan E.Postacıoğlu oldukça uzun süren bu sınavda verdiği doğru cevaplarla başarılı olmuş ve aynı zamanda okulunun da başarısını göstermiştir. 1934 yılında İş Bankası’nın onuncu yıl dönümü nedeni ile Galatasaray Lisesi’nde açılan sergi dolayısıyla Atatürk okula gelmiştir.

1934 yılında müfredat programıyla, orta ve lise kısımlarının ders yıllarında bir değişikliğe gidilmiştir. İlkokul beş yıl olarak aynı kalmış, ortaokulu oluşturan birinci devre dörtten üç yıla indirilmiş, ikinci devre ise üçten dört yıla çıkarılmıştır. Lise üçüncü ve dördüncü sınıflar Fen ve Edebiyat olarak ayrılmıştır. Önceki uygulama da ise lise üçüncü sınıf Fen ve Edebiyat şubesi olarak ayrılmıştı. Okulun eğitim süresi yine aynı şekilde 12 yıl olarak devam etmiştir.

Anılarını kaleme alan Galatasaray mezunlarında ilk göze çarpan bu okulu bitirmiş olmanın onlara verdiği gururdur. Galatasaraylılık ruhunu yaşatmak sadece öğrencilik yıllarında değil, hayatlarının sonuna kadar devam ettirdikleri bir meşaledir. Pilav günlerinde bir araya gelen eski ve yeni mezunların okul yıllarını çağrıştıran çocuksu hareketleri, hâlâ birbirlerini lakapları ile çağırmaları, anılarında tazeliğini kaybetmeyen o güzel günleri yâd etmeleri onların okula duydukları özlemin bir göstergedir.

Galatasaray Lisesi sonraki yıllarda da ülkedeki en önde gelen orta öğretim kurumlarından biri olma vasfını devam ettirmiştir. 1965 yılında kız öğrenciler okula kabul edilmiştir. 1968 senesinde Mektebi Sultani'nin 100. Kuruluş yılı kutlamaları nedeniyle dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle liseyi ziyaret etmiştir. Son olarak, 14 Nisan 1992 yılında Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ile 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal arasında imzalanan protokolle ilkokul ve üniversite eğitimini de kapsayan Galatasaray Eğitim Öğretim Kurumu (GEÖK) hayata geçirilmiştir.

Galatasaray Eğitim ve Öğretim Kurumu, 6 Haziran 1994 tarih ve 21952 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 3993 sayılı kanunla Galatasaray Üniversitesi'ne dönüşmüştür. Kurum üniversite statüsünü almasına rağmen, entegre eğitim-öğretim kurumu olma özelliğini korumuş ve Galatasaray Lisesi ile ona bağlı İlkokul ve Rektörlüğe bağlı öğretim birimleri olarak tanımlanmıştır.

Bu yıldan günümüze kadar gelen bir süreç içinde de Galatasaray Lisesi aynı vasfını muhafaza etmektedir.