Akademisyenler İrtica Tartışmasını Yorumladı
2006-10-02
Devletin zirvesindeki irtica tartışmasına akademisyenler de katıldı.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in irticanın son 20 yılda hızla arttığına dikkat çeken açıklamaları, ardından Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, “İrtica suç değildir” sözü, sonra da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Köktendincilik tehdit değildir” açıklaması, devletin zirvesinde “irtica” polemiği yarattı. Son olarak Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Türkiye’de irtica tehdidi vardır. Ve her önlem alınmalıdır” açıklaması geldi. Bu tartışmalar, “Türkiye’de irtica var mı, yok mu”, “son 20 yılda arttı mı”, “yükselen siyasi İslam mı, dindarlık mı” sorularını da beraberinde getirdi. Türkiye’nin önde gelen akademisyenleri, bu soruları yanıtladı.
Prof. Dr. Niyazi Öktem (Bilgi Üniversitesi)
EKONOMİ GİBİ DİN DE SİYASETE YANSIR
Cumhurbaşkanı, ‘Din, son derece bireysel olan bir alan siyasete yansımasın’ dedi. Bu ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ lafıyla ters düşüyor. Niye; çünkü din bir sosyal olgudur. Tarikatlar, sosyal olgudur. Her sosyal olay siyasala yansır.
Dolayısıyla bilimsel bir saptama değil bu. Sosyoloji, din sosyolojisi diye bir bilim var. Ekonomi nasıl siyasal bir olgu olarak siyasete yansıyorsa, din de yansır. Yansımayan ülke yoktur. Yeni bir araştırma yapıldı. Bu araştırmada fundamantalist (köktendinci) eğilimlerin yüzde 8 olduğu saptandı. Somut veri yüzde 8. Dört beş sene önce yapılan başka bir raştırmada bu oran yüzde 12 olarak çıkmıştı.
DİN, DEVLETİ TEHDİT EDER BOYUTTA DEÐİL
Türkiye’de dinin yaşanması açısından bir sıkıntı yok. Siyasal iktidarın İslamcı bir iktidar olması ister istemez bu sonucu doğuracaktır. Atatürkçü bir iktidar olduğunda bu görüşü ortaya çıkartıcı bir yaşam tarzı olacaktır. Devleti tehdit eder boyutta mıdır? Hayır. Benim kriterim İran olayı. Herkes İran’ı gösteriyor, “Türkiye İranlaşacak” deniyor. İran’ın Humeyni rejiminden önceki sosyal ve ekonomik durumu neydi, Türkiye’nin durumu ne? İran’da zaten sosyolojik boyutta mollalar rejimi vardı, ekonomi güçsüzdü, Şah rejimi parsayı götürüyordu, adaletsizlikler yoğun boyuttaydı. Sosyal kumaş yobaz bir yoruma kapıları açtı. Onlar da iktidarı ele geçirdi. Benim kanaatime göre Türkiye’de fert başına düşen gelir 7 bin doları bulmuş, Türkiye’nin dokusu son derece özgürlükçü, liberal demokratik bir yapıya sahiptir. Refah almış gitmiş, bütün bu İslamcıların kadınları da bu refahın içindeler. Türkiye’deki bu iktidar Amerika ile ve Batı ile kavga eder mi? Realist olmak lazım. Türkiye’nin sosyal koşulları, dokusu asla yobaz bir rejime müsade etmez.
İRTİCA KONUSU ÇOK BÜYÜTÜLÜYOR
Büyütülüyor, çok büyütülüyor. Başka gruplar ve siyasal güçler egemenliklerini ve ideolojilerini iyice oturtmak isterler. İslamcılar için de, karşı görüşte olanlar için de bu söz konusu. Son beş yılda ben hayatımda yaşamadığım kadar özgürlükçü bir ortamda yaşıyorum. Hiç bir korkum yok. Toplumda da bu böyle. Avrupa Birliği bizim için bir güvence. Zaten Avrupa’nın iteklemesiyle bir çok insan hakları bağlamında ilerleme kaydettik. Allah onlardan razı olsun. Tanzimat Fermanı’ndan itibaren bu böyle. Gerginliği tırmandırmamak lazım.
Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ( Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi)
İRTİCAYA BİLİMSEL AÇIDAN BAKILMIYOR
İrtica olayı Türkiye’de değişik değişik algılanıyor. Elle tutulur bir tanımı maalesef yok. Din temelli tepki olarak düşünebiliriz irticayı. Bu kendine has bir anlam kazandı geçtiğimiz 10 yıl içinde. Bu yükseliyor mu, alçalıyor mu? Herkesin durduğu yerden farklı gözlediği bir şey.
Maalesef açıklamayı yapan kişiler, hem kuvvet komutanları hem sayın Cumhurbaşkanı, hepsinin sahip olduğu zaviye, görüş alanı bizim alanımızdan farklı. Ve onların da bilimsel bir açıdan baktıklarını düşünmüyorum ben. Onlar hem kamu politikası hem kendi sorumlulukları çerçevesinde değerlendiriyorlar bunu. Tabii ki bu da bilimsel bir çerçeveden farklı olabilir. Bu da kamu oyu nezdinde nasıl görünüyor, ne kadar önemlidir bunu bilemiyorum.
Bilimsel olarak baktığınızda ne görüneceği de nasıl bir açıdan baktığınıza bağlı. Ben örneğin böyle bir veriye sahip değilim, irticai faaliyetler içerisinde olan grupların büyüklüğü nedir, bunu bilmiyorum.
AB KARŞITLARININ ELİNE MALZEME VERİLİYOR
Esas temeli bunun üzerinden bir korku, bir kendine güvensizlik, ‘sistem devamlı tehdit altında’ gibi bir argüman yapılmaya çalışılıyor. Esas bunu konuşmak gerekir diye düşünüyorum. Bilhassa AB süreci içinde gitgide tartışmaların daha renkli, daha geniş bir kitleyi tartışmaya davet eden bir hal alacağını biliyoruz. Bu Avrupalılaşma sürecinin bir parçası. Bu süreç içerisinde sürekli bir tehdit ve tehlike olduğu argümanını yerleştirmek de tabii kendine has bir anlamı olan bir siyasi görüş. Bu AB’ye -kendileri karşı olmasalar dahi- AB karşıtlarının eline malzeme veren bir tutum maalesef.
BU BUGÜNÜN DEÐİL YARININ KONUŞMASI.
AB süreci içinde, bu, açık söylenmiyor. Bölücü faaliyetler çerçevesinde bu çok daha açık söyleniyor. İrticai faaliyetler çerçevesinde bu kadar açık söylenmiyor. Fakat memleketin daha özgür bir siyasi ortam içinde bulunmasının o kadar gerekli olmadığı görüşü sanki -henüz Genelkurmay Başkanı’nın görüşünü okumadım ama- dünkü Cumhurbaşkanı’nın konuşması gayet açık bunu söylüyor: “Bazı görüşler, kısıtlanabilir” deniyor. Hatta bu, kişilerin ibadetleri ve dini faaliyetleri de olabilir şeklinde. Bu tabii aşikarı ilan gibi birşey. Yani kanunsuz olan birşeyin yapılmasına müsaade edilmeyeceğini söylemek doğal. Ama bunun bilhassa dile getiriliyor olması bir tercih meselesi. Bir sene sonra bu konuşmayı kendisi yapmayacak, başka bir cumhurbaşkanı yapacak. Aynı konuşmayı başka birisi yaptığı zaman biz bunu nasıl algılayacağız, bunu düşünmek gerekir diye düşünüyorum ben. O zaman nedir kamu yararı, kimin neyinin kısıtlanmasını söylemiş olacak cumhurbaşkanı, o zaman onu bilmeyeceğiz ve bu bizi rahatsız edecek. O zaman şimdiden rahatsız olmamız lazım. Çünkü bu bugünün değil, yarının konuşması. Çünkü zaten Cumhurbaşkanı’nın süresi birkaç ay sonra dolacak. Dolayısıyla o perspektiften baktığımızda, Cumhurbaşkanlığı seçimine yaklaştığımız zaman cumhurbaşkanlarının bize hak ve özgürlüklerimizin gerektiği zaman kısıtlanabileceğini hatırlatması çok ilginç bir raslıntı. Bu açıdan ben biraz kendimi rahatsız hissettim.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi)
ORDUNUN DUYARLILIÐI SON 6 AYDA FEVKALADE ARTTI
İrtica tehdidinin olup olmamasının hiç bir önemi yok. Önemli olan algılama. Şimdi Türkiye’deki güvenlikle ilgili kararları vermekte olan Türk siyasal seçkinleri - bunun içerisinde ordu da mevcuttur, Genelkurmay Başkanı da- onların algılamasına göre bu çok ciddi bir tehditdir.
Dolayısıyla gerçekte irtica var mıdır, yok mudurun tartışılmasının bir manası yok. Yani yanlış algılıyorlar da diyebilirsiniz ama, önemli olan algılamalarıdır. Bu algılamalara bağlı olarak çeşitli açıklamalar yapıyorlar. Aynı zamanda bir takım politika önerilerinde bulunuyorlar. Bunu hafife almamak gerekir. Bu konudaki ordunun duyarlılığı son altı ayda fefkalade artmış durumdadır. Bu duyarlılığın ne derece önemli olduğunu bir kez daha Genelkurmay Başkanı -benim görebildiğim kadarıyla, mantiki akıllı, sorular sormak suretiyle, hatta biraz savunma hakkımı kullanıyorum dedi konuşmasının bir yerinde- bu havada konuşmak suretiyle vurguladı.
1991’DEN BERİ DİNDARLIK CİDDİ BİÇİMDE ARTMIŞTIR
1991’den beri dindarlık ciddi biçimde artmıştır. O zamandan bu zaman küçük değişiklikler dışında devam ediyor, siyasetin en önemli konusu haline geldi. Siyasetin en önemli belirleyicisi. Yapmış olduğumuz araştırmalara göre Türkiye’de toplumu etkileyen en önemli olgu din ve dinsellik bir hayli artmış durumda. Şu anda gazetelerin köşe yazılarında Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamaları var. Türkiye’de cuma namazına giden 13 milyon kişi var. İran’da cuma namazına giden 6 milyon kişi. İran teokrasiyle yönetilen şeriat devleti, Türkiye laik devlet. Bizdeki dindarlık boyutu İran’la bile kıyaslanmayacak bir noktaya gelmiş durumda. Ama bu irtica demek değil tabii. O ayrı mesele. Ama böyle bir ortamda birileri çıkıp bunu siyaseti kullanarak kendileri için teokratik özellikleri ağır basan rejim öykünmeleri içine girebilirler. Zaman zaman da böyle şeyler oluyor zaten. Dolayısıyla bu şekilde bir sorunla Türkiye çeşitli şekillerde karşı karşıya kalabilir. Tarihimizde en yakını Sivas’ta gerçekleşmiş bir olaydı. Bu tür ayaklanma benzeri şeyler, yakıp yıkmalar, protestolar vs.. din temelli olarak Türk siyasal hayatında zaman zaman olmaktadır. Osmanlı’dan devraldığımız siyasi kültür içinde bu vardır. Bu risk yeni değil, 2006’nın değil, 1991’den beri yükselmektedir.
UYARILARIN DİKKATE ALINMASI GEREKİR
Yeni dünya düzeni dini çok ön plana çıkarttı. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da din önemli bir noktaya geldi. Vatikan’ın önemi arttı. Birdenbire Haçlı Seferleri’nden bahseden Amerikan başkanları ortaya çıktı. Duyarlılık artmaktadır. Türk iç siyasetinde bunun bir önemi vardır. Türkiye’nin güvenliğine kafa patlatmakta olanları son derece duyarlı hale getirmiştir. Bu uyarıların Türkiye’yi yönetenler tarafından dikkata alınması gerekir.
Prof. Dr. Nilüfer Narlı (Bahçeşehir Üni. Rektör Yrd.)
DİNDARLIÐIN DIŞA VURUMUNDA ARTIŞ VAR
İrtica ile siyasi İslam kastediliyorsa Türkiye’de siyasi İslam 1980’lerin ortasından beri var. 90’lı yılların sonunda bazı İslamcı grupların uzlaşma çabalarıyla siyasi İslam momentumunu kaybetti. Daha sonra AK Parti’nin parti programından tamamen ayrılarak merkez sağ bir parti çizgisine gelmesi ve dindarlığı sadece özel yaşamlarıyla sınırlı olduğuna ilişkin mesajlar vermesiyle siyasi İslam’ın momentumda yine bir düşüş gözlendi.
Türkiye’de son 5-6 yıldır başka bir trend var ki bu trend yine insanları siyasi İslam’ın yükselişi konusunda kaygılandırıyor. Benim analizime göre, siyasi İslam düşüşe geçse de dindarlığın dışavurumunda bir artış olduğunu görüyoruz. Birçok insanın dinle daha fazla ilgilendiğini biliyoruz. Örneğin dini kitapların satışında bir yükselme var. Eskiden ibadeti özel ve mahrem olarak algılayan birçok insan artık ibadeti kamu alanında sergiliyor. Bu bize siyasi İslam’ın düşüşe geçmediğine, tersine yükseldiğine, Cumhuriyet’in temel yapısını tehdit eder boyuta geldiğine ilişkin kaygıların olduğunu gösteriyor.
İrtica kelimesiyle siyasi İslam’ı ayırmak yerinde olur. İrtica reformu, modern çağdaş standartlarla uzlaşmayı tamamen reddedip, dinin kökenlerine geri dönmek demek. Fakat biz Türkiye’deki siyasi İslam’a bakarsak, bir grup bu anlayışı benimserken, bir grup da tamamen günün koşullarına uyum sağlıyor.
GENİŞ KAPSAMLI ARAŞTIRMA YAPMAK GEREKİR
Ayrıca şimdiye kadar görmediğimiz bazı şeyler var. Pazar sabahları topluca namaz kılıp kahvaltı ediyorlar. Din ve siyasetle ilgili toplantılar düzenliyorlar. Bu örneklere bakarak Türkiye’nin İslamlaşması olarak algılayabiliriz. Algılamalar sadece bizlere ait değil, yurtdışından gelenler de aynı şeyi düşünüyor. Devletin elinde çok daha güçlü veri toplama mekanizmaları var. Dolayısıyla böyle bir uyarı geliyorsa buna kulak vermek gerekir. Cumhurbaşkanı Sezer laikliğin ciddi bir şekilde üstünde durdu. Bunları herhalde bazı çalışmalara dayandırıyordu. Eğer Cumhurbaşkanı’ndan, askeri çevrelerden ve eğitim kuruluşlarından da bu tip uyarılar geliyorsa o zaman geniş kapsamlı bir araştırma yapmak gerekir. Araştırmalar da birbirleriyle çelişiyor.